Görev

Noldor'un Orta Dünya'daki son yurdu. Ortak lisandaki ismiyle, Ayrıkvadi.
Post Reply
User avatar
Derufin
Posts: 3

Görev

Post by Derufin »

Sabahın ilk ışıkları henüz ufukta belirmemişti. Gürleyenpınar'ın yanı başındaki taştan evin kapısı usulca açıldı. Evin dışı elf ustalarının hünerleriyle yapılmış, pürüzsüz mermerdendi. Topraktan yükselen sarmaşıklar birbirlerinin üzerine binerek, tek katlı evi çatısına değin sarıyorlardı. Biri doğuya biri batıya bakan iki pencere, sarmaşıklardan azadeydi. İpek, işlemeli perdeler kapalıydı. Açılan ahşap kapı, ölmüş bir kayın ağacından yapılmış, üzeri ağacın hayatını temsil eden süslemelerle oyulmuştu. Esthel yumuşak adımlarla içeriye girdi. Biraz kısa boyluydu, kestane rengi saçlarını topuz olacak şekilde toplamıştı. Açık gök rengindeki uzun elbisesi yerlerdeki yaprakların üzerinden kayıyordu. Odanın sağ köşesindeki alçak yatağa doğru ilerledi. Yatağın üzerindeki adamı inceledi. Huzursuz bir uyku içerisinde gibiydi, alçak sesli anlamsız hırıltılar çıkartıyordu. Uzun, yer yer griler karışmış siyah saçları yüzüne ve yastığına bir örtü gibi serilmişti. İki eliyle birden kılıcını taşıyan kınını tutuyordu uyuyan adam, yatağın kenarındaki sehpanın üzerinde zırhının ağır kısımları çıkarılmışsa da, hafif kısımları üzerindeyken uyumuştu. Imlardis'te bile huzuru bulamamış ve tetikteydi. Esthel hüzünlendi. Bu çağda doğan elf çocuklarının sayısı azdı ve kendilerince bir havaya sahiptiler. Elflerin görkemli günlerine tanık olamamışlardı. Ruhani varlıkları cılızdı, en ulular dahi sönmüşken, ne gibi bir şansları vardı ki? Yine de bu adamı takdir ediyordu. Yitip gitmeye direnen, cesur ve dirayetli bir ruhu vardı. Esthel onu hiç görmemişti ama Glorfindel'e göre Ecthelion'un sureti bu çocukta yeniden can bulmuştu. Aynı onun gibi flüt çalıyordu, sesi bazen kıpırtısız bir göl gibi sakin, bazense gök gürültüsü gibi hareketli ve taşkındı. Küçükken flüt çalmayı ve eski elf şarkılarını çocuğa o öğretmişti. Gördüğü en yetenekli öğrenciydi. Yine de hevesi hızla söndü. Metalin soğuk çınlamalarını tercih etmişti çocuk, yaşı yettiği gibi de kılıcını kuşanıp, kılıcının şarkısını çalmak için Imlardis'ten ayrılmıştı. Şimdilerde nadiren geliyordu buraya, geldiğinde de yaz yağmuru gibi hızlıca çekip gidiyordu geri. Bir hafta önce gelmişti, bir neden belirtmemişti. Esthel buradaki elflerin pek çoğu gibi yaklaşan fırtınayı kalbinin derinliklerinde hissedebiliyordu. Adamın da aynı şeyleri hissedip buraya çekildiğini düşünüyordu. Kimse birbiriyle bunu konuşmuyordu, fakat kaçamak bakışlar ve kabuslarla geçen gecelerden terli uyanmalarla kendilerini ele veriyorlardı. Bu gece olmakta olan da, bununla ilgili olmalıydı. Korkuyordu, fakat kendisi için değil. Yaşayacaklarını artık yaşamıştı, binlerce yıldır yürüyordu bu toprakların üzerinde. Elflerin sonsuz ömürleri bu çağda onları terk etmişti. Bir gün diğer pek çokları gibi bir ormana bir daha hiç dönmemek üzere gideceğini hissediyordu. Ölmeye yatmak diyorlardı buna. Elflerin son uykusu. O gün bugün değildi, kafasındaki düşünceleri kovalayıp uzun ince parmaklarıyla adamı uyandırmak için dürttü.

Derufin sıçrayarak uyandı ve bir eliyle kabzasını tutup diğer eliyle kılıcı Ethuil'i çekti hışımla ve olağanca hızıyla karşısındakinin soluk borusuna dayadı. Hızla nefes alıp veriyordu, kalbi göğüs kafesinden fırlayacak gibiydi. Karşısındakinin Esthel olduğunu görünce sakinleşti. Imlardisteydi, güvendeydi. Esthel korkmuş ya da şaşırmış gözükmüyordu, Derufin yine de utançla doldu ve kılıcını kınına geri yerleştirip yanındaki sehpaya bıraktı.

"Lord Glorfindel seni çağırıyor. Hepimizi, bütün müzisyenleri. Çalacak bir şarkımız varmış. Giyin, flütünü al, dışarda bekliyorum."

Kadın sakince ve şefkatle Derufin'in yanağını okşadı ve yavaş adımlarla taş evden dışarıya çıkıp kapıyı kapattı. Derufin şaşkındı. Birkaç aydır, yüreğinde giderek büyüyen bir ağırlık hissediyordu. Üç hafta önce de, görünmez bir gücün onu buraya, Imlardis'e çektiğini fark edince gönlüne kulak verip buraya yol almıştı. Geldiğinde buradaki elflerde de aynı ağırlığı görmüş ve beklemeye koyulmuştu. Şu an uyandırılması bununla mı alakalıydı? Daha güneş doğmamışken şarkı söylemek için çağrılıyor olmasına anlam veremedi, fakat anlam aramadı da. Kaderin ağlarının örüldüğünü hissediyordu. Onun çekimine karşı koymayacaktı. Kalktı ve kadının dediğini yaptı, zırhlarını giydi, savaşa gidiyormuş gibi hazırlanıp flütünü eline alarak Esthel'in yanına doğru yürüdü.
---
"Dün kahverengi büyücü Radagast'tan bir haber aldık. Aklınız bu haberi ne kadar reddetmek istese de, gönlünüzün derinliklerinde bunun doğru olduğunu uzun süredir hissediyorsunuz. Kendi kendimize bile düşünmekten çekindiğimiz o şey, gerçek. Noldor! Radagast'tan gelen haber şu: Dagor Dagorath yaklaşıyor, hazırlanın."

Uyandığından beri flütünü üflüyordu Derufin. Ortak lisanda, Noldor'un Yemini anlamına gelen bir şarkıyı çalıp söylüyorlardı. Az sayıdaki elfin yaşadığı vadilerde saatlerdir yankılanıyordu şarkıları. Elflerin ilk uyanışından bugüne kadar olanların anlatıldığı, her çağın yalnız en ustalarının eklemeler yaptığı bir şarkıydı bu. Başka hiçbir lisanda benzeri yazılamayacak şairane sözleri vardı. Elfçenin eski bir lisanı olduğundan, tamamını Derufin de anlayamıyor, fakat şarkının ruhunu iliklerine dek hissediyordu. Son İttifak Savaşından beri duyulmamış bu şarkıyı çalmaya başladıklarında kafasında canlananlar, şu an duyduklarının yanında bir hiçti. Dagor Dagorath geliyordu. Bu Derufin'in tahayyül sınırlarının ötesinde bir mefumdu. Savaşların savaşı, son savaş. Öyleyse bildikleri her şeyin sonu gelmemiş miydi? Noldor'un ebedi düşmanı Morgoth zincirlerinden kurtulacaktı. Bir kez daha, son kez onunla savaşmaları gerekiyordu. İçine bir korku düştü. Fingolfin bile, atının üzerindeyken Orome zannedilip yol verilen Fingolfin bile bu düşman karşısında yenik düşmemiş miydi? Elflerin gücü solup gitmişti, yüce elf beyleri gemilerle Aman'a gitmişler, burada sadece bir avuç elf kalmıştı. En yücelerini bile deviren büyük düşmanla nasıl mücadele edebilirlerdi ki?

"Noldor! Bu haberin size elem getirmesine izin vermeyiniz. Yıllardır neden diğer herkes gibi batıya yelken açmadığınızı düşünüp durdunuz. Elflerin çağının bitişine ve en yücelerimizin dahi sönüşüne şahit oldunuz. Bugün elem günü değil. Hatırlayınız! Feanor'u ve neden en başında Orta Dünya'ya geldiğimizi. Fingolfin'i, Tuor'u, Eärendil'i, Ecthelion'u! Bugün isimlerinizi onların yanına yazdıracağınız gün. Yaşamlarımız bugüne değin bağışlandı. Biz Valar'ın seçilmişleriyiz. Kıyametlerin en büyüğü için seçildik! Noldor bir kez daha parlayacak. Bir kez daha çekeceğiz kılıçlarımızı. Son bir kez. Morgoth'un, ebedi düşmanımızın göğsüne ineceğiz."

Glorfindel önce çıktığında aklını kaplayan elem bulutunun dağılıp gittiğini fark etti Derufin. Elladan ve Elrohirle birlikte kılıçlarını çektiklerinde, kılıcına ilk davrananlardan oldu ve Ethuil'i göğe kaldırdı. Naralarıyla inlettiler Imlardis'i. O sırada kendisinde bir farklılık hissetti Derufin.

"Noldor! Hazırlan, Dagor Dagorath kapımızda!"


Glorfindel'i o an gerçekten olduğu formuyla ilk kez gördü. Kitaplarda gördüğü tasvirlerdeki büyük elf lordlarından biri gibi, parıldıyordu. Ruhani formu fiziksel formunun önüne geçmiş, güneş gibi etrafına ışık saçıyordu. Aynı ışığı az ya da çok etraftaki diğer elflerde de görmeye başladı, ve kendisinde. Noldor'un ışığı geri gelmişti. Solup gittikleri günlerin geride kaldığını fark etti, son bir kez savaşabilmeleri için güçleri onlara iade edilmişti. Valar'ın inayeti gerçekten yanlarındaydı! Bunu fark eden elfler daha da yüksek sesle bağırdılar. Soylarının intikamını alacaklardı. Derufin ömründe ilk kez, kaderinin apaçık bir şekilde önüne serildiğini fark etti. Bunca yıldır süren amaçsız gezişleri, nihayete ermişti. Ömründe ilk defa, huzurlu olduğunu hissetti.
---
Aynı günün akşam saatlerinde Elladan'ın onu çağırdığı haberini aldı. Onun yanına vardığında, Eldorion ve Lhingron'un da orada olduğunu gördü. İkisini de severdi. Ettenavlaklarında yaşayan bir grup goblinin haberi geldiğinde üçü beraber gidip son vermişlerdi goblinlerin yaşamına. Bu sırada tanımıştı onları.

"Hoşgeldiniz. Derufin'in nicedir bugünü beklediğini zaten biliyorum. Onun payına görevlerden en önemlilerinden birisi düştü. Düşmanın eski üslerinden, bir zamanlar Angmar'ın Cadı Kralına ait olan Carn Dûm'da yeniden toplanacağını düşünüyoruz. Kuzeydeki merkezleri orada olmalı. Onlarla baş edecek ordularımız yok. Derufin'in görevi herkesin boyunu aşacak bir görev. Düşman ne pahasına olursa olsun engellenmeli. Öncelikle gidip şüphelerimizin doğruluğunu teyit etmeli. Düşman oradaysa, büyüklüğünü ölçmeli ve düşmanı daha da güçlenemeden durdurmalı."

Derufin gururla dikildi ve başıyla ona yüklenen bu ağır sorumluluğu onayladı. Payına düşeni yerine getirecekti. Elladan'sa Eldorion ve Lhingron'a döndü.

"Bunu sizden talep etmek için hiçbir hakkım yok. Fakat dileğim sizin de onunla gidip bu görevde ona yardım etmenizdir. Dostunuzla beraber bu tehlikeli ve meşakkatli yolculuğa çıkacak mısınız?"

Onlar da onayladığında Derufin üzerine bir rahatlamanın yayıldığını hissetti. Carn Dûm hakkında yalnızca hikayeler duymuştu. Şimdi oraya gidip, belki de orada ordular varken düşmanı kendi üssünde vurmalı ve onları engellemeliydi. Bu göreve yalnız çıkmayacağı düşüncesi, yanında iki değerli dostunun ona eşlik edecek olması yükünü hafifletmişti.

İşler yalnızca üçünüzün içinden çıkamayacağı hale geldiğinde, yardım istemekten çekinmeyin. Bu topraklarda, Arnor'da ve Mavi Dağlar'da hala şerle savaşabilecek güç mevcut. Dagor Dagorath'ın haberi onlara da ulaşmış olmalı.

Elladan onlara başka öğütler daha verdi, fakat Derufin'in dikkati hayallerinde, Carn Dûm'da savaşan kendi görüntüsündeydi. Elladan gittiğinde Eldorion ve Lhingron'a sarıldı, onlara teşekkür etti. O gün son hazırlıklarını yaptılar, Imlardis'deki dostlarıyla vedalaştı. Bu dönüşü mümkün gözükmeyen bir yolculuk olacaktı. Ertesi günün sabah saatlerinde, atlarını Batı'ya, kaderlerine doğru sürmeye başladılar.
User avatar
Lhingron
Posts: 3

Re: Görev

Post by Lhingron »


Gün ağarmadan hemen önce gözlerini açtı Lhingron. "Bu sefer de İmladris'te başlayan, önceki binlercesinden hiçbir farkı olmayan bir gün. Buradaki elflerle muhabbet ederek, şarkılar söyleyip eskiyi yad ederek geçecek sıradan bir gün daha..." İşte böyle düşünüyordu Lhingron; henüz uyku sersemi halde, yumuşak misafir yatağında güneşin ilk ışıklarını beklerken. Tam o sırada borular ötmeye başladı...

Zaten çok da akıcı olmayan Quenya'sı şarkıda söylenilenlerin çok azını anlamasına yetiyordu, buna rağmen meydana vardığında kendini bin yıllardır hissetmediği kadar enerjik hissediyordu. Herkes toplanana kadar şarkı devam etti, ta ki Glorfindel konuşana kadar. Konuşma başlamadan önceki şarkı ve konuşan elflerin sesi ne kadar yüksektiyse, konuşma bittikten sonraki sessizlik de o kadar sağır ediciydi. Dagor Dagorath, son savaş, bildiğimiz anlamıyla dünyanın sonu... Evet yıllardır kaderini beklediği, Orta Dünya için bir şeyler yapacağı günü beklediği doğruydu. Evet, yüzük savaşlarında Legolas'ın kahramanlıklarının benzerini yaşamak istediği doğruydu. Evet, bin yıllardır kaderini beklediğini düşünürken büyük bir karanlığı defetmeyi de hayal etmişti. Ancak bunların hepsi genç savaştan başka bir şey görmemiş genç bir elfin fantazileriydi. Aslında hayatından o kadar da şikayetçi değildi... Düşünceleri Glorfindel'in tekrar öne çıkması ile bölündü, Valar'ın elçisi her zamankinden de parlak, her zamankinden de ihtişamlıydı...
"Noldor! Hazırlan, Dagor Dagorath kapımızda!"


Derin sessizlik büyük bir gürültüyle kırılırken bıçağını göğe doğru kaldırmış etrafındaki elflerle birlikte naralar atarken buldu kendini Lhingron. Belki Dagor Dagorath korkutucuydu, belki Sauron düştükten sonraki sakin hayatına bir daha hiç dönemeyecek, belki bir çok silah arkadaşını kaybedecek, belki de kendisi savaş meydanında düşecekti; ancak Lhingron o an emin oldu ki karanlık ne kadar büyük olursa olsun, durum ne kadar umutsuz gözükürse gözüksün, elfler hiçbir zaman karanlığa boyun eğmeyecekti.

Akşam vakti geldiğinde Lhingron'un ruhunda şüphe kalmamıştı. Yüz yıllardır beklediği günler gelmiş çatmıştı, ve o hazırdı. Elledan'ın onu çağırdığını öğrendiğinde eşyalarını toplamış, sabahın ilk ışıklarıyla yurduna dönmek için yola çıkmaya hazırdı. Derufin ve Eldorion da çağırılmışlardı. İkisiyle de çok yakın zaman önce Ettenavlaklarında bir goblin avına çıkmışlardı. Kendini hep diğer Elflerden fazla heyecanlı bulan Lhingron için ondan daha heyecanlı bir elf, hele de kendinden genç bir Noldor'a rastlamış olmak ilginçti. Eldorion ise... Büyüler ve anlamını kimsenin bilmediği rünleri normal karşılamak için çok fazla arkadaşını Sauron'la savaşırken kaybetmişti.
Elledan Derufin'e tek başına Carn Dûm'a keşif görevi verdi, böyle bir göreve tek başına çıkmanın ne kadar zor olacağını tahmin edebiliyordu Lhingron.
"Bunu sizden talep etmek için hiçbir hakkım yok. Fakat dileğim sizin de onunla gidip bu görevde ona yardım etmenizdir. Dostunuzla beraber bu tehlikeli ve meşakkatli yolculuğa çıkacak mısınız?"

Elledan da tabiki bu görevin ne kadar zorlu olacağını biliyordu, Eldorion ve onu da demek bu yüzden çağırmıştı. Lhingron yurduna dönme planlarını bile kafasında tartmadan kendini görevi kabul ederken buldu. Yurdunun belki ona ihtiyacı olacaktı, ama şu anda Derufin'in daha fazla ihtiyacı vardı. Elledan onlara çeşitli tavsiyeler verirken Lhingron sakince dinledi.

Ertesi sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp buluştular, eşyalarının tamamını kontrol ettikten sonra sisli dağların ardından doğmakta olan güneşe sırtlarını dönüp batıya doğru yola çıktılar. Çok geçmeden Gürültülüsu nehrini geçtiler. ve Trolbüküne doğru yol almaya başladılar. Yeni bir yolculuk, yeni bir maceranın başlangıcı için harika bir hava vardı. Güneş Dumanlı Dağlar'ın ardından artık iyicene yükselmiş, sanki sırtlarını sıvazlıyor ve onlara baharı müjdeliyordu. Kahverengi Büyücü'nün Dagor Dagorath'ın yaklaştığını anlamasını sağlayan alametler her ne idiyse, Ayrıkvadinin bu kadar yakınında onların izine rastlamak mümkün değildi. Bir noktada Lhingron'un dikkati dostlarına kaydı, Eldorion'un kaderinin onu üzdüğünü fark etti. Yaşamak için bir avuç yılı vardı, ve o yıllar bir karanlık dönemin başlarına denk gelmişti. Bir çok insanın yaşamına tanık olmuş olmasına rağmen insanları hiçbir zaman tam olarak anlamayı başaramamıştı, her ne kadar kendini cesaret verici bir şeyler söylemek için düşünmeye ittiyse de Glorfindel'in söylediklerinin ucuz bir taklidinden farkı olmayacağına karar verdi ve vazgeçti. Bir süre sonra sessizliği bozmak, arkadaşlarını olduğu kadar kendisini de derin düşüncelerden kurtarmak için konuşmaya karar verdi. "Yakın zaman önce, Ettenavlaklarına Goblin avlamaya giderken de böyle çıkmıştık yola. Tabi sen o zamandan beri büyümüşsün Eldorion, sakalların çıkmaya başlamış." Konuşurken içten, hafif bir gülümsemeyle arkadaşına bakıyordu. Bu kısa süre içerisinde kim bilir anlatacak neler edinmişti.

Eldorion
Posts: 3

Re: Görev

Post by Eldorion »

Orta dünyanın ilk çağındaki tereddütsüz en büyük kötülük kaynağı olan Morgoth'un Angbang'dan yeniden yükseleceğini kehanet eden Dagor Dagarath açıklanalı henüz tam bir gün olmamıştı. Fevri ve hazırlıksız, savaşta yemek sırasına dizilen küçük çocuklar gibi meydana çağrılan elflerin haberi aldığında kapıldıkları kuvvetli umutsuzluğa, Glorfindel gece yarısı parlayan bir ateş böceği gibi ışık olmuştu. Henüz birkaç saat öncesinde Ayrıkvadi'nin sınırsız yaşlı ağaçlarından birinin genç ve ince bir dalında dengede durmuş, altındaki düzlükte yürüyen elfleri kulakları duymaksızın doğanın sesini dinliyordu Eldorion. Tüm arkadaşlarına kıyasla çok hızlı olgunlaşan vücut hatlarını düşünüyordu. Hiçbir yere ait olamamanın ince bir burukluğuydu bu çizgiler. Elf arkadaşları yıllar önce onu hasetle izlerken şimdilerde yüzlerinde tadımsız bir yabancılık vardı.

Eldorion kendini bildi bileli Ayrıkvadi eviydi. Elflerin binlerce yıldan beridir mürteza bulduğu bu gizemli dünyanın bir parçası olduğu için sıkça kendini şanslı saymışsa da, aidiyet hissi duyacak kadar uzun süre yaşamamıştı. Yaşayamayacak olmanın gerçekliği zaman zaman kalbini kırıyordu. Elflerin sahip olduğu ve önlerindeki uzun yılların bilinciyle gelen mutlak sabır onda noksandı. Farklılıklarını bir eksiklik gibi yaşayan genç kendini ucu bucağı görünmez bir ispat savaşında bitap düşmüş hissediyordu. Ne bir kılıcı ne bir kabzası vardı ama yüzünde bu savaşın parıltıları hiç eksik olmazdı. Belki ona saygı duyan birkaç elf olduysa da, bu olmuştu sebebi. Pratik ve hızlı olduğu kadar, savaş becerileri benzer sanatlara yüzlerce yılını adamış elfleri aratmazdı. Yumrukları yıllar içinde pek çok demiri eğriltmişti.

Sabahın ilk ışıkları yüzüne titrek bir yaprak gibi konarkan çoktan yola çıkmışlardı. Eldorion yılların getirdiği bilgelikten pek uzaktı ama bir şeyi çok iyi biliyordu. Bazen kazanılması güç savaşlar verilmeli, yürümesi zor yollar yürünmeli, alınması zor kararlar yeni doğmuş bir çocuk misali benimsenmeliydi. İşte öyle bir karardı onu buralara getiren. Kendi savaşının Dagor Dagorath karşısında hiçbir manası yoktu. Onu buraya getiren şey elflere duyduğu minnet, vatanına duyduğu sorumluluk ya da kendine duyduğu vicdan duygusuyla hiçbir ilgisi yoktu. Böylesine bir göreve ihanet Orta Dünya'da yaşayan her canlıya ihanet olurdu.

Derufin ve Lhingron'u gördüğünde yüzünde belirli belirsiz, insani bir tebessüm belirdi. Aralarında sözlerle kifayet bulmayacak bir bağ vardı artık. Ölümle burun buruna verilen kuşkusuz daha pek çok görevden sadece biri, belki de en önemlisiydi onlara verilen. Yazılı olmayan kurallarla gidilen bir görevdi bu. Atlarını Carn Dûm'a süreceklerdi. Angmar savaşının izlerini taşıyan bu karanlık topraklar pek tabi Morgoth veya müttefiklerinin güçlerini toplayabileceği yerlerden en gözdesi olurdu.

Onu dalgın bakışlarla etrafına bakmaktan çekip alan Lhingron oldu. Goblinleri avladıkları o günü anımsatmıştı, o zamanlar daha pek gençti Eldorion. "Sakallarım kadar yumruklarım da gürleşti, Lhingron." Dedi Eldorion gülümseyerek. "Bu kez tadına bakacakların birkaç cılız goblinden fazlası olmasını umuyorum."

Yalan söylüyordu, Eldorion. Ne savaşı pek severdi ne de karşısına birkaç cılız goblinden fazlası çıkmasını tercih ederdi. Yine de kendi yalanıyla ilham bulmuş gibi cesareti yerine geldi genç insanın. Yüzünü iki elf arkadaşına çevirirken Derufin'in gurur dolu bakışlarına yeniden şahit olmuştu. İçten içe bu ikiliyle yeniden göreve çıkmanın verdiği güveni yaşıyordu.
User avatar
Ozan
Posts: 3

Re: Görev

Post by Ozan »

Arnor Topraklarında, Trolbükü Ormanıyla Mitheithel nehrinin kuzey batısındaki çorak arazilerde küçük bir ateş çatırdayarak yanıyor, cılız ışığıyla etrafını aydınlatıyordu. Kışın sonlarındaki soğuk günlerden biriydi. Üç yolcu, ateşin başında kendilerini ısıtıyor, çıkınlarındaki erzaklarını yiyerek güçlerini topluyorlardı. Derufin, Lhingron ve Eldorion yolculuklarının 3. gününü de böylece bitirmişlerdi. Gündüzleri atlarını sürüyor, akşam olduğundaysa mola verip Imlardis'ten yola çıkarken yanlarına aldıkları yemekleri yiyip, birbirlerine hikayeler anlatıp vakit geçiriyorlardı. Görevlerinden konuşmak her şeyi daha gerçek yapacakmış gibi, bunu konuşmaktan kaçınıp duruyorlardı. Önlerindeki yol oldukça belirsizdi. Gittikleri yerde ne bulacaklarını bilmiyor, içten içe kendilerini en kötüsüne hazırlamaya çalışıyorlardı.

Konuları giderek azaldığında, uyumayı bahane ederek düşüncelere dalmak için kendi köşelerine çekildiler. Derufin ve Lhingron bu akşamda bir tedirginlik seziyorlar, fakat sebebini bulamadıkları için dile getirmiyorlardı. Atlar ürktüklerini belli eden sesler çıkarmaya başladığında, Eldorion da aynı tedirginliği sezinlemeye başladı. Herkes kulaklarını gecenin içindeki en ufak sesi yakalamaya dayamış, gözlerini uzaklara dikmişken, kuzeyden bağırış sesleri duyuldu. Önce goblinlere has tiksindirici bağırışlar ve öğürtüler çalındı kulaklarına. Sonra da onlara daha tok sesler karışmaya başladı.

Neredeyse aynı anda üçü birden ayağa zıpladılar. Derufin atına davranacak gibi olduğunda, Lhingron bunun çok ses yapacağını belirtti. Silahlarını çekip kuzeye doğru koşar adım ilerlemeye başladılar.

20 dakikalık, pek çok kişiyi nefes nefese bırakacak fakat bu grubu pek de etkilemeyen bir koşunun ardından küçük bir tepeyi tırmanıp seslerin kaynağına ulaştılar. 40 kadar goblin ve hemen arkalarındaki bir troll, 6 kişilik bir cüce grubunun etrafını sarmıştı. Yere yığılmış çok sayıdaki goblin leşinden, cücelerin iyi dövüştükleri anlaşılabiliyordu. Yalnızca üç cücenin bedeni yerdeydi. Fakat artık sonları gelmiş gibi gözüküyordu, goblinler mızraklarıyla cücelerin etrafını çepeçevre sarmışlar, kendi iğrenç lisanlarıyla cücelerle dalga geçiyorlardı. Goblinlerden birazı yana açıldı ve arkalarındaki troll o aralıktan cücelere doğru ilerlemeye başladı. Cüceler sırt sırta vermiş bir yandan bağırıyorlardı. "Baruk Khazâd! Khazâd ai-mênu!" Troll elindeki sopayla cücelere doğru ilerlerken, cücelerden birisi grubundan ayrılıp onun önüne çıktı ve kalkanını yere bırakıp baltasını iki eliyle birden tutarak dikildi. Bir cüceye göre bile azametli ve güçlü duruyordu. Trollün bağırışıyla beraber iki taraf birbirine girmek üzereyken, Derufin'in savaş narası dikkatleri biraz dağıttı.

Üçlü, güneyden rüzgar gibi esiyorlardı goblinlerin üzerine. Bunu fark edenlerden bir kısmı onlara doğru döndü. Azametli cücenin bu dikkat dağınıklığından faydalanıp baltasını trollün bacağına saplamasıyla birlikte, dövüş başladı.
User avatar
Derufin
Posts: 3

Re: Görev

Post by Derufin »

Yolculuklarının önemli bir kısmında onlara eşlik eden ilahi ormanın gölgesi altında dikkatsizce sürdü atını Derufin. Atı Faleth yapması gerekeni biliyordu. Binicisini umursamadan, yalnızca yanındaki kısraklara eşlik etti. Derufin düşüncelere dalmıştı.

Çocukken, şimdiki yaşlarına geldiğinde hikayelerde anlatılan ya da Glorfindel'in suretinde tecrübe ettiği elfler gibi ağırbaşlı, kutlu, bilge bir elf olacağını hayal etmişti her zaman. Halbuki bu hikayeleri dinlediği zamankinden daha bilge hissetmiyordu. Zaman onun üzerinden akıp gitmişti şimdiye dek. Fakat istediği tecrübelerle kuşanma fırsatı elde edememişti. Karşısına gelen, üzerine yüklenen görevse dağlardan ağırdı. Glorfindel konuşmasını yaptığı sırada içine dolan güç hala onu terk etmemişti. Hiç hissetmediği kadar canlı ve güçlü hissediyordu, Noldor'un ışığıyla kutsanmıştı. Yine de yetersizdi. Yetersiz olmaktan, görevini yerine getirememekten duyduğu korku, her şeyi bastırıyordu.

Bu ruh haliyle iyi bir yol arkadaşlığı da yapamadı. Gönülsüzce katıldığı sohbetlerden erkenden kaçıp gitmenin fırsatını kollayıp duruyordu. Görevleriyle alakalı bir konu açıldığındaysa tek bir söz dahi söylemeden konuyu geçiştiriyordu.

Derufin için böyle geçip gitti yolculuklarının ilk günleri. Gecenin içinde çağlayan ork gümbürtüleri duyduğundaysa hararetle atına fırladı. Lhingron onu sakinleştirdiğinde kafasını toplama fırsatı bulmuştu. Bu bölgeye geldiklerinden beri sezinlediği kötücül güçler burada harekete geçmişlerdi.

Küçük bir tepeyi de tırmanıp savaş alanını gördüğünde tereddüt etmedi. Kılıcı Ethuil mavi mavi parlayarak birden elinde belirdi ve Derufin koşmaya başladı. "Noldor!" Savaş narası gecenin içindeki mavi bir ışığın yanında patladığında, düşman gözünü önündeki cücelerden çevirip ona dikti. Arkadaşlarının onu takip ettiğini bilmesi için arkasına bakması gerekmiyordu. Düşünmeden ağaçların ve taşların üzerinden zıplayarak kılıcını önüne ilk gelen orkun zırhının koltuk altığındaki boşluktan içeriye soktu. Cesedin düşmesini bile beklemeden kılıcını çekip sıradaki düşmanının üzerine kendini fırlattı. Trolle ulaşan bir yol açmaya çalışıyordu, sayıca az olsalar da orklar bu habis yaratığın karşısında önemsiz kalıyorlardı.

Üstüne fırladığı orkla beraber yere düşüp bir eliyle onun hançerini çekmesini engelledi, diğer eliyle de kılıcını miğferi yere yuvarlanmış orkun çıplak kafasına sapladı. Doğrulup pozisyon almaya çalışırken yediği tekmeyle sersemleyip yere düşecek gibi olsa da, dengesini sağlamayı başardı. Kılıcı bir kez daha şimşek gibi çaktı ve üçüncü ork da yere serildi. Cücelerle beraber kendi savaş naralarını haykırarak kılıcını defalarca kez düşmanlarının üzerinde patlatıp, trolle kadar yolunu açmayı başardı. Daha önce trollün karşısına dikilen cüce hala onunla dövüşüyordu, fakat yaralanmıştı, kol zırhının parçalandığını ve kanın yere boşalmakta olduğunu gördü. Trollün bacaklarına saldırıp onu yavaşlatmak için saldırdığında cücenin tok sesi onu durdurdu. "GERİ ÇEKİL SİVRİ KULAKLI, O BANA AİT"

"Cüceler ve inatçılıkları..." Diye düşünürken cüceye doğru atılmakta olan bir goblini görüp cüceyle aralarına girdi. Cüceye trollü devirmesinde yardım edemeyecekse, orkların bu inatçı cüceyi devirmesini engelleyecekti. Böylece cücenin etrafında dans etmeye, toprak zemini ork kanıyla boyamaya başladı.
User avatar
Lhingron
Posts: 3

Re: Görev

Post by Lhingron »

Derufin gençliğin verdiği heyecanla bu görevi üstlenmiş, gerekirse tek başına Carn Dûm'a kadar gitmeyi kabul etmişti. Yolculuğun daha başında olmalarına rağmen, düşünecek zamanları olmuş, o ilk anın heyecanı geçtikçe görevin ağırlığı yavaş yavaş üstlerine çöker olmuştu. Lhingron bile kendini edindikleri bu görevin ağırlığını üstünde hissediyorken, genç arkadaşlarının nasıl tedirgin olduğunu tahmin edebiliyordu. Binlerce yıl yaşamış olmasına rağmen arkadaşlarının yüreklerine su serpecek doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. Yolculuklarının üçüncü günü biterken önceki günlerden de büyük bir huzursuzluk hissediyordu Lhingron. Ormanın içinden gelen bağrışma sesleri kulaklarına ulaştığında hala arkadaşlarını yüreklendirmek için ne söyleyebileceğini düşünüyordu...
Üçü Birlikte ayağa fırladılar, Derufin ilk iş atına doğru hamle etmişti. Lhingron onu uyarmasa dörtnala ormanın içinden geçmeye hazırdı. Genç Noldor'un bu hali ona kendi gençliğini hatırlatıyordu; örümceklere ve orklara olan öfkesi kılıcından daha keskin, kanı dövülmekte olan bir kılıcın çeliğinden daha sıcaktı o zamanlar. Koşarak seslerin kaynağına yaklaştıklarında dövüş alanını görmeden önce ekşi kan kokusu ve pis goblin kokuları burnuna vurdu ve yüzünü buruşturmasına sebep oldu. Tepeye ulaştıklarında karşılaştıkları manzara şimdiye kadar hissettiği tedirginliğini söküp aldı ve yerde yatan cüce cesetleri ona neden hala yaşadığını hatırlattı. Derufin yanından kılıcıyla ayrılırken o da Sindarin'de bağırırken buldu kendini. Çoğu elfin aksine savaşırken sarf ettiği kelimeler zarif durmuyordu Lhingron'un, düşmanına hissettiği nefret onun önemli bir parçasıydı.
"Geberin gölgenin evlatları!" Yayından çıkan ilk oklar goblinleri bir an korkuttuysa da kendilerini toparlayıp bir kısmının cüceleri bırakıp üstlerine doğru koşması çok vakit almadı. Derufin'in trolle doğru yaptığı koşuyu desteklemek adına son bir iki okunu da onun arkasından gelen bir iki orka attıktan sonra boştaki eliyle kendini savunmak için kılıcını kaldırmasıyla, ilk goblinin kendini onun üstüne atması bir oldu... Bu sırada cücelerin etrafındaki goblinlerin dikkatleri dağılmış, kazandıkları bir savaşın içinde olduklarına dair güvenleri sarsılmıştı. Bu sayede biraz nefes almayı başaran cüceler de yeni bir kuvvetle saldırıya geçmişlerdi.
Eldorion
Posts: 3

Re: Görev

Post by Eldorion »

Eldorion gençliğin delikanlı ateşiyle yüreğinin alev aldığını hissederken yüzünde başıboş bir gülümseme vardı. Temkinli olduğu kadar tedirgin de geçen yolculuklarında rahatsızlık vermeyen bir sessizlik hakimdi. Yolları bir grup cüce ve goblinin kanlı savaşıyla kesiştiğinde harekete geçen bedeni kendi aklından bağımsız hareket etmişti. Bu Derufin ve Lhingron'a yardım etme isteğinin ötesinde bir içgüdüydü. Vücudu bir ok gibi fırlamış, yıllarını verdiği barışcıl ruhani ateşin yerini bambaşka bir tutku ve kana susamışlık almıştı. Bunu ona yaptıran ne görev arzusu ne de arkadaşlarına olan saygısıydı. Bunlardan ayrı içinde adil olanı yapmaya duyulan kaotik bir arzu yer alıyordu.

Var gücüyle koşarken ayak parmaklarının ucuyla önündeki irice bir kaya parçasından destek alarak kendini yukarıya ve ileriye doğru savurdu. Bu fevrasızca yapılan bir manevra değildi tabiki. İleriye savrularak iki silah arkadağını da çarprazına alarak goblinleri oluşturdukları üçgen formasyonun tam ortasında bırakmayı hedeflemişti. İlgiyi bir nebze üzerine de çekmiş olacaktı ki üzerine doğru koşan iki goblini hemen fark etti.

Eldorion düşmanlarını etkisiz hale getirme konusunda ustalık kazanmıştı. Elfler canlıların anatomisinden iyi anlarlardı. İyi bir elf üstaddan bu canlıların vücutlarındaki en hassas eklemlerin ve sinirlerin yerlerine dair dersler almıştı. Birkaç sefer bu bilgisini pratiğe dökebilmişti ama daha önce bir troll ile karşılaşmamıştı. Gözleri önündeki iki goblinden çok, Derufin ve cücenin karşısına aldıkları trolldeydi. Eklemleri bu yaratığı öldürmek için can atıyordu ama bu hem Derufin hem de varını yoğunu ortaya koymuş cüceye yapılacak büyük bir hakaret olurdu. Usulca savaşı izlerken önündeki iki goblinin pervasız kılıç hamlelerinden kaçınmaya çalıştı. Gözleri onları görmüyordu ama her bir hareketlerini saniyeler öncesinden okuyabiliyordu Eldorion. Bu yaratıklar onun hızına erişemeyecek gibi duruyordu.

Goblinler bir savaş narası attılar ve kendilerinden çok troll ve Derufin'i izleyen Eldorion'un kendilerini görmezden gelmesiyle içlerinde nefretin büyümesine izin verdiler. En azından Eldorion böyle olmasını umuyordu. Avıyla oynayan bir kedi yavrusu gibi hissediyor, bundan anlamsız bir gurur duyuyordu. Var gücüyle üzerine gelen iki kılıç darbesinin tam ortasında ahenkle dans ederken ilk kez karşı atak yapmaya karar verdi. Sağ eliyle goblinlerden birinin böğrüne hızlı ve sert bir darbe indirmeye çalışırken, yaratığın hemen sonrasında kan kusmasını bekliyordu. Yine çevik bir hareketle diğerinin kılıç tutan bileğine sert bir hamle indirmeyi denedi.
Post Reply