4. Çağın 3792. Yılı, Kışın Sonları
Orthanc’ın en yüksek penceresinin pervazına iki elini birden dayamış, gözlerini ve iradesini doğuya yöneltmişti Radagast. Birkaç gündür burada öylece dikiliyor, etrafında olan bitenlere tepki vermiyordu. Bir fare botlarına tırmandığında da, iki ardıç kuşu beyazlamış saçlarının içine girip çıktığında da, çok sevdiği tavşan Floean zar zor iç cebine tırmanıp cübbesini aralayarak dışarıya zıpladığında da kıpırtısız kalmaya devam etti. Buruşmuş, çizgilerle dolu suratı kaskatıydı. Yaşsız kahverengi gözleri ciddiyetle doğuya kilitlenmiş, bir şeyler arar gibi tetikteydi.
Bir ay önce bu pencereden uğurlamıştı Gwaihir’i kahverengi büyücü. Onun rüzgarın sırtına binip doğuya doğru uçuşunu seyretmişti. Şimdiye, çoktan dönmüş olması gerekiyordu. Kartalların efendisi Gwaihir geç kalmazdı. Orta Dünya’daki hangi habis yaratığın gücü yeterdi ki onu yolundan alıkoymaya? Bu düşünceyle içi ürperdi.
Kendi elem günlerinin on yıl kadar önce başladığını hatırlıyordu Radagast. Bir gecenin körü kabuslarla dolu uykusundan sırılsıklam uyanmış ve fark etmişti. İçinde bir karanlık büyüyordu. Bir Aiunur’un kalbine karanlığın tohumlarını ekmeye hangi habis yaratığın gücü yeterdi ki? Binlerce yıllık irfanı bu bilmeceyi çözmesine yetmiyordu. O günden beri bütün uykuları kabuslarla doluydu, onlardan mümkün olduğunca kaçıyordu. Fakat bir Istar bile bu formdayken uykularından sonsuza kadar kaçamazdı. O zamandan beri bu şerrin kaynağını arıyordu var gücüyle. Orta Dünya’nın dört bir tarafına gözcülerle elçiler göndermiş, haber ve kitap toplatmıştı.
Karanlığın kaynağının Orta Dünya’da bir yerde olması gerektiğini biliyordu. Aradan geçen on yılda zaman zaman onun gölgesine temas edebilmiş, gecenin içindeki fısıltıların bir kısmını duyabilmişti. İşaretler doğuyu gösteriyordu. Oraya hem insan hem hayvan türünden gözcüler gönderdi, ama yüreğine düşen ağırlıklarından gayri hiçbirinden bir daha haber alamadı. İşte böyle karar vermişti Gwaihir’den yardım istemeye.
Düşüncelerini aralayan, doğuda beliren ufak siyah noktalar oldu. Kendine doğru yaklaştıklarını görebiliyordu. Bir süre sonra onları seçebilmeye başladı ve saydı. 27 kartal rüzgarın tersi istikametine doğru son hızda yol alıyorlardı. O anda yüreğine Gwaihir’in ağırlığı da çöktü. Rüzgarın içinden kartalların ağıtlarını duyabilmeye başladı. Orta Dünya üzerinde ilk kez, yaşayan bütün kartallar bir araya gelmiş, beraber kanat çırpıyorlardı. Böyle uğurladı kartallar Yelefendisi Gwaihir’i.
Titreyerek dizleri üzerine düştü Radagast. Kuş ehlilleştiricisi Radagast, basit Radagast, aptal Radagast! Doğuya gitmesi gerekenin kendisi olduğunu en başından beri biliyordu. Yüreği bunun aksini söylediğinde bunda bir irfan olduğunu düşünüp kalmıştı, fakat bu düpedüz korkaklıktı işte! Orta Dünya’yı terk eden hiçbir gemi onu almamıştı, çünkü o görevini tamamlayamamıştı. Binlerce yıldır burada, sürgündeydi. Hep bunun arkasında bir sebep olduğunu düşünmüştü, yaratıcının büyük ve kusursuz planında kendisinin de bir yeri olduğuna inanmıştı. Korkunç düşünceler içinde düpedüz yere serildi kahverengi büyücü.
Karanlık onun içini kaplarken, hemen önündeki pencereden ılık bir rüzgar esti. Düşüncelerinin üzerindeki pusu kovalayan bir şey vardı. Titreyerek doğrulup camdan dışarıya doğru baktı ve onu gördü, Thorondor’u, kartalların efendisini. Onun kanatları çırpıldıkça kendine geldi ve gücünü geri kazanıp şaşkınlıkla ayağa kalktı. Bunun olması mümkün değildi. Thorondor binlerce yıl önce gitmişti Aman’a. O yol tek yönlü bir yoldu, oradan dönülemezdi. Bunun tek bir anlamı vardı.
Thorondor güçlü bir şekilde öttü, içindeki gölgenin tümden kaçıp gittiğini fark etti. Uykuları azad edilmişti. Binlerce yıl öncesindeki gibi capcanlı hissediyordu Radagast. Kartalların Kralının karşısında eğildi ve onu saygıyla selamladı. Thorondor arkasını dönüp rüzgara binip giderken de bir süre daha onu izlemeye devam etti.
Gölgenin gidişiyle birlikte düşünceleri berraklaşmıştı. Yapması gerekeni biliyordu. O Radagasttı. Buraya bir görev için gönderilmişti ve ne pahasına olursa olsun görevini yerine getirecekti. Tüm korkularını bir kenara bırakıp yapmaktan en çok çekindiği şeyi yapmak için Orthanc’ın merdivenlerinden aşağıya doğru hızlıca inmeye başladı. Bir elinde asasını tutuyordu. Bunu yapmak için bütün gücüne ihtiyacı olduğunu biliyordu. Thorondor’un nefesiyle canlanmışken, bu en iyi zamandı.
Yedi gören taştan biri, Yüzük Savaşları sırasında Saruman’ın kullandığı Palantir hala burada saklanıyordu. Binlerce yıldır burada olmasına rağmen, diğer taşların tamamı hala bulunamadığından ona bakmaya bir kez bile cesaret edememişti. Şimdiyse, Gwaihir’i yolladığı ve onu tüketmiş olan bu göreve kendi başına çıkmalı, kaderini gerçekleştirmesini sağlayacak bu sınavdan geçmeliydi. Palantirin durduğu mermer sütunun üzerindeki örtüyü bir hışımla kaldırıp fırlattı. İlk önce Palantir’in puslu camında kendi yansımasını gördü. Yıllardır olmadığı kadar genç görünüyordu. Gözlerinde, kendinde bir türlü bulamadığı o parıltıyı en sonunda yakalamıştı. Boştaki elini sallayarak onu takip eden sayısız hayvanı salondan uzaklaştırdı. Bu yalnız başına çıkması gereken bir yolculuktu. Hayvanlar isteksizce odayı terk ettikten sonra hiç beklemeden boştaki eliyle Palantire dokundu.
Feanor’un elinden çıkma Palantir, aynı onun gibi inatçıydı. Radagast bütün iradesini kullanarak Palantir’in kendi iradesiyle boğuştu ve onu bastırmaya çalıştı. Alnındaki damarlar çatlayacak gibi şişmiş, kenarlarından terler akıyordu. Belirsiz bir zaman sonra Palantir ona itaat etmeye başladı. Radagast iradesini doğuya yöneltti. Ormanları, dağları ve nehirleri aştı. Minas Tirith ve Osgiliath her zamanki ihtişamlarıyla oradaydı. Minas Morgul hala yaşanamaz durumda olsa da, Gondor’un muhafızları gözcülük için oradaydı. Bakışlarını daha da doğuya ilerletti. Gölge dağlarını aşıp Barad Dur’a göz attı, fakat bir hareketlilik göremedi. Barad Dur’un yıkıntılarının içinde gezerken, bir şeylerin onu güneye çektiğini hissetti ve kontrollü bir şekilde bakışlarını güneye kaydırdı. Nurn denizinin güneydoğusuna yaklaştığında bütün vücudu titremeye başlamıştı. Kontrolü ucu ucuna kendisindeydi. Devasa bir kalenin burçları ve kuleleri karşısında şaşkınlığa yenik düştü ve kontrolünü hepten kaybetti. Neredeyse Barad Dur kadar büyük olan kule gölgeyle, orklarla ve gölgeye düşmüş diğer yaratıklarla doluydu. Binlercesi, on binlercesi oradaydı. Dövülen demirlerin çınlamalarını, hapislerde daha önce gönderilmiş gözcülerin haykırışlarını, yanan ateşlerin cızırtılarını duydu.
İçinde bir yangın büyüyor gibiydi. Gölge dağlarının ardında giden gözcüler uzun yıllardır hiç dönmemişlerdi, fakat bu beklenenin en kötüsünden de kötüydü. Böyle büyük bir karanlığı kim bir araya getirmiş olabilirdi? Kontrolünü yeniden kazanmaya çalışırken kalenin içindeki bir odaya daha da çekildiğini hissetti. Bir başka palantir onu kendisine çekiyordu. Var gücüyle karşı koymaya çalıştı, bütün iradesini belirsizliğe karşı yaptığı bu savaşa odakladı. Ağzının açılıp çığlık atmaya başladığını fark etti. Habis bir sesin “Aiwendil” diye fısıldadığını ve gaddarca güldüğünü duydu. Kendisini Palantirden kurtarmak sağ elindeki asasını yere vurdu, bir ışık çaktı.
Zamandan bir süreliğine ayrıldı Radagast. Onu çeken diğer Palantirlerin etkisine kapıldı ve onların dalgalarında yol aldı. Daha doğuya, Doğu İmparatorluğuna, kuzeye Gundabad’a ve Carn Dum’a ve onların da kuzeyindeki çorak topraklara gitti. En güneyde Umbar’da yeraltı tünellerinde dolaştı. Gölge onu kendisine çekti, onu buraya hapsetmeyi denedi. Tüm Orta Dünya’ya yayılan ateşi, karanlığın ordularını gördü. Ona yıllarca gibi gelen bir süre boyunca, aslında tek bir anın içinde, süzülüp durdu, düşmanı tarafından kovalandıkça kaçtı. Orta Dünya’nın en yüksek tepelerine çıkıp, en derin çukurlarına indi. Bütün gücü tükenene ve bütün ışığı sönene dek kaçtı Radagast. Bir yerlerde öylece uzanıp kaldı ve gözleri kapandı. Gölgeye yenik düşmüştü, en sonunda bulunacak ve ele geçirilecekti. Denemişti, her şeyini tüketmişti sonunda görevi için. Bunu bilmenin huzuruyla yok oluşunu bekledi. Onu bulan gölge değil, Yavanna oldu. Düşünde onun yüzünü gördü, sesini duydu. Görevinin bitmediğini, aksine yeni başladığını fark etti. Uykuya daldı.
Uyandığında Palantir’den uzakta yere serilmiş yatıyordu. Dostları olan hayvanlar etrafına doluşmuş, orasından burasından çekerek onu ayıltmaya çalışıyorlardı. Sevgiyle gülümsedi Radagast. Sakince ayağa kalktı. Daha önce Palantir’in üzerinde duran örtüyü tekrardan onu örtmek için kullandı. Bir tazının başını okşayıp bir eline asasını aldı ve ondan destek alarak güçsüz düşmüş bedenini merdivenlerden aşağıya doğru taşıdı.
O gün Isengard’daki bütün atlarla yola çıktı elçiler, Orta Dünya’nın dört bir tarafına dağıldılar. Kuşlar ve diğer hayvanlar kendi türlerine haber vermek için ayrıldılar. Isengard’da ışık uzun zamandır olmadığı kadar güçlü parlıyordu bugün. O ışıktan bir parça taşıyarak ve tek cümlelik bir haberle her türden canlı yola çıkmıştı. Hem ışık hem mektup Orta Dünya’nın bütün bilgelerine, bütün krallarına, soylu lordlarına ve güçlü savaşçılarına ulaştı. Elfler, insanlar, cüceler ve hatta hayvanlar bilgilendirildiler. Kimi bunun ne anlama geldiğini bile anlamadı, kimisi anlasa da ciddiye almadı. Fakat ulaştırılması gereken mesaj ulaştırılmıştı.
“Dagor Dagorath yaklaşıyor, hazırlanın.”
Elçilerini yola çıkardıktan sonra Radagast bir başına kulesinden ayrılıp avluya çıktı ve Fangorn’a doğru yürümeye başladı. Eski dostuna akıl danışmalıydı. Yüzünde derin bir sükunetle yürüdü, Orta Dünya için kader günü yaklaşıyordu.